Zamanın Doğası ve Değişen Yüzü ( Birlikte bir düşünce deneyi yapalım mı? )

Yükleniyor...

Zamanı nasıl tanımlarsınız?

Pek çoğumuz zamanı son derece basit ve düz olarak düşünüyoruz. Zamanı genellikle saniye, dakika ve saat gibi birimler kullanarak ölçüyoruz, ancak bunlar, zaman anlayışımızı standart hale getirmek için kullandığımız basit kurallar.

Zaman etrafımızdaki dünyayı anlamlandırmamıza yardımcı olan bir kavram, sadece bir insan icadıdır.

Peki gerçekte zamanın doğası nasıl işliyor? Zaman evrensel midir? Başka bir deyişle, evrende işitilebilir bir tik tak var mıdır?

Zamanın doğasını anlamak ve nasıl değiştiğini anlatabilmek için bir düşünce deneyi yapalım mı?

Ama bu düşünce deneyini yapabilmek için öncelikle bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor.

Bir tren yolculuğuna; O yüzden,

Kısa bir süre için gözlerinizi kapatın ve bir tren rayına yukarıdan baktığınızı hayal edin.

Rayların üzerinden geçip giden bir tren hayal edin. Bu tren gördüğünüz her trenden daha hızlı olsun.

Tren geçerken rayların ilerisine 100 metre arayla ''aynı anda'' 2 yıldırım düşüyor. Bunu nasıl gözlemliyoruz? Yıldırımlar eş zamanlı mı düştü?

Evet.

Peki yine aynı senaryoda trene yukarıdan baktığımızı değil de, o hızlı trenin içerisinde olduğunuzu hayal edersek? Yıldırımlar yine aynı andamı düşerdi?

Cevabınız hayır ise tebrik ederim, mükemmel bir hayal gücüne sahipsiniz.

Çünkü hızlı trenin içerisinde yıldırımların birine yaklaşıyordunuz, birinden ise uzaklaşıyordunuz.

Ama ilk örnekte yukarıdan bakan kişi için eş zamanlıydılar.

İki kişi aynı olayı nasıl farklı gözlemleyebilir? Bu durum, bilimde zaman genişlemesi olarak biliniyor.

Verdiğim örneklerle, zamanın nasıl algılandığını ve gözlemcilerin hareketine ve hızına göre nasıl değişebileceğini açıklamak için kullanılan bir düşünce deneyiydi.

El hareketleriyle geçmiş, şuan, gelecek.

Günlük yaşantımızda hissettiğimiz zamansal algı bundan ibaret... O yüzden zamanı herkes ve her yer için aynı olarak tanımlıyoruz.

Bu ortak akıl resmi, ilk olarak modern fiziğin babası sayılan Isaac Newton tarafından çizilmiş.

Newton pek çoğumuz gibi, evrenin her yerinde herkes için zamanın aynı şekilde aktığını ve sadece şimdi'nin gerçek olduğunu düşünüyormuş.

Ama günümüzde Einstein'ın zamanı kökünden değiştiren görelilik teorileriyle biliyoruz ki, zaman mutlak bir şey değil. Yani her gözlemcinin kendi hızına göre değişen bir zaman algısı var, yani benim için zaman bazen daha yavaş akarken, bazen de daha hızlı akabilir.

İyi de, iki kişi aynı olayı farklı zamanda yaşarlar mı?

Bu konuştuğumuz hipotetik, yani gerçekleşmesi ihtimaller dahilinde olan şeyler değil. Bugüne kadar birçok deney ile test edilmiş, ölçülmüş, gözlemlenen şeyler.

Özel Görelilik Kuramı; bir gözlemciye göre ''aynı anda'' olan iki olayın, başka birine göre "aynı anda" olmayabileceğini söyler.

Günümüzde kullandığımız GPS sistemleri bu teoriyi dikkate alarak çalışıyorlar, çünkü GPS uydu sistemleri yüksek hızda hareket eder ve Dünya'nın yüzeyinde farklı yerlerde bulunurlar. Albert Einstein'ın genel görelilik teorisi, dünya gibi büyük kütleli nesnelerin çevresinde, hızlı hareket eden nesnelerin zamanının daha yavaş geçtiğini öne sürer.

1905 yılında Albert Einstein tarafından, bilim dergisinde yayınlanan makaleler. Modern fiziğin temelinin oluşturulmasına büyük ölçüde katkıda bulunmuş. Uzay, zaman, kütle ve enerji üzerindeki görüşleri kökünden değiştirmiştir.

Einstein'ın görelilik teorisi'nden sonra 1971'de Amerikalı bir fizikçi ve bir astronom olan 2 bilim insanı, atom saatlerini kullanarak zamanın bu tuhaf etkilerini saptamak ve görelilik teorisini test etmek için bir
Günümüzde zamanı en hassas şekilde ölçebilen saatler atom saatleridir, atomların frekanslarını sayarak zamanı ölçen bir saat çeşidi ve bu saatlerin yanılma payı 100 milyon yılda sadece 1 saniye.



Yapılan deneyde bilim insanları 3 adet bu atom saatlerinden almışlar ve bu atom saatlerinden 2'sini 2 farklı uçağa yerleştirmişler, kalan bir atom saatinde Amerika Birleşik Devletleri Gözlemevi'nde bırakmışlar. İçerisinde atom saatleri olan uçaklara



Önce doğuya, sonra batıya olmak üzere dünyanın çevresini dolaşması için bir yolculuk yaptırmışlar.



Yolculuk tamamlandıktan sonra uçaklarda bulunan atom saatleriyle, Gözlemevi'nde kalan diğer saati karşılaştırmışlar ve ne fark etmişler biliyor musunuz?


Saatler yeniden bir araya getirildiğinde, üç saat takımın birbiriyle uyuşmadığını, saatlerin her biri farklı bir zaman dilimini gösteriyormuş. Bu deney sayesinde Einstein'ın görelilik teorisinin doğrulandığını ve hareketin zamanın akışını etkilediğini gösterilmiş.

Hareket ve hız zamanın farklı akmasını sağlıyor. Zaman ve mekan bağıl bir şekilde birbirinden ayrı düşünülemez hale geliyor.

Bir noktadan bir noktaya seyahat eden bir insanla, aynı noktada onu bekleyen insan için geçen zaman aynı olmuyor. Ancak bu fark sadece nanosaniyelerle ölçülebilen, çok çok ufak farklar olduğu için günlük yaşantımızda bunu hissedemiyoruz bile.

Bizim kendi hızımız, ışık hızına ne kadar yakın olursa zaman o kadar yavaşlıyor. Ama normal hayatta erişebildiğimiz en yüksek hızlı araçlarla gitsek bile, saniyede 300 bin km giden ışığın yanında bu etkiler tamamen görünmez ve hissedilemez.

Peki ya hareketimizi, hızımızı daha da arttırabilseydik?

Bir şekilde bundan 100 yıl ya da 1000 yıl sonra, bir uzay gemisi inşa etsek ve ışık hızına yakın bir hızla seyahat edebilseydik?

İşte o zaman bu etkiler gerçek anlamda zamanla yolculuk gibi olurdu.

Çok sıra dışı, değil mi?

Biliyorum algılaması tuhaf, çünkü günlük yaşantımızda bebeklikten itibaren deneyimlediğimiz fizik ve zaman algısı bambaşka.

Zaman algımızın fiziksel etkileri olduğu gibi bir de psikolojik boyutları var elbette.

Zaman, nesnel bir kavram olarak geçtiği hızda ilerlerken, insan algısı da buna katkıda bulunuyor. Zaman algımız ve zamanın hızı, duygusal durumlarımıza, yaşadığımız deneyimlere ve hayatımızdaki çeşitliliğe göre değişiyor.

Örneğin, çocukluk dönemineki anılarınızı hayal edin, ne kadar sürdüğünü hayal edin. O dönemi çok uzun bir zaman dilimiymiş gibi hissediyoruz. Öyle değil mi? Çünkü o dönem beynimiz çevredeki her şeyle yeni yeni tanışıyor, sürekli bilgi işliyor. Yeni yüzler... Yeni mekanlar... Yeni tecrübeler... Çok aktif bir şekilde her şeye odaklanıyor. Gençlik yılları, keşiflerle dolu bir dönem ve her yeni deneyim, her öğrenilen bilgi, zamanın daha yavaş aktığını hissettiriyor.

Ancak bu durum yaşlandıkça tam tersine dönüyor. Yeni deneyimlerin sayısı azalırken, tanıdık yollar, tanıdık mekanlar, tanıdık yüzler, tekrarlayan deneyimler,

zamanın süratli bir şekilde geçtiği hissini yaratabiliyor. Çünkü yeni ve benzersiz anılar yaratmak yerine, genellikle rutinler içinde yaşamaya başlıyoruz. Beynimiz adeta uyuklamaya başlıyor.

Bu durum stresli veya tehlikeli anlarda, zamanın neden yavaş aktıymış gibi geldiğini de açıklıyor.

Beyin, olayları daha iyi anlamak ve tepki vermek için daha fazla bilgi işlemeye odaklanıyor. Bu süreçte, zamanın düzensiz veya yavaş aktıymış gibi algılanmasına neden oluyor.

Evvel zaman içinde,

Bu sihirli cümle her güzel hikayenin başında tekrarlanıyor... Peki zamanın kendi hikayesi ne?

Zaman nasıl başladı?

Zamanın tam olarak nasıl başladığına ilişkin kesin bir bilgiye sahip olmak henüz mümkün değil. Bilim insanları yüzyıllardır zamanın nasıl başladığını araştırıyorlar. Evrenin ve zamanın başlangıcıyla ilgili en çok kabul gören teori,

Büyük Patlama yani Big Bang Teorisi olarak bilinir. Büyük Patlama'nın kesin tarihi hakkında tam bir fikir birliği olmamakla birlikte, kozmik mikrodalga arka plan radyasyonunun ölçümleri ve gözlemler yardımıyla elde edilen verilere dayanarak bu olayın yaklaşık 13.8 milyar yıl önce gerçekleştiği düşünülüyor. 13.8 milyar yıl önce yoğun ve sıcak bir noktada, büyük bir patlamayla birlikte başladığı ve bu patlamanın, evrenin genişlemesine ve zamanın başlamasına yol açtığı düşünülüyor.

Peki ya zamanın sonu? Zamanın nasıl son bulacağına dair kesin bir bilgiye sahip miyiz?

Bu konuda, teorik fizikçilerin çalıştığı ve hala tam olarak netleştirilmemiş bir konu. Zaman hem fiziksel, hem psikolojik boyutlarıyla oldukça karmaşık bir konu.

Sanırım zamanla ilgili bildiğimiz en net şey,

Her geçen saniyenin, bir daha geri gelmemek üzere kaybolduğu

zamanın akışıyla birlikte hayatlarımızın da aktığını fark etmek, bizi bazen ''derin'' bir hüzne sürüklüyor.

Bu hüzün, zamanın geçiciliğini ve hayatımızın değerini daha da derinden hissetmemizi sağlıyor.

Zamanı daha derin bir şekilde anlamak ve yaşamın farklı dönemlerini daha iyi değerlendirmemize olanak tanır.

Çünkü zaman, bizim en değerli hazinemiz, satın alamayacağımız, elde edemeyeceğimiz tek şey...

Hayatımızın ve zamanımızın değerini anlamak,

onun kıymetini bilmek, sevdiklerimize, tutkularımıza, hayallerimize zaman ayırmak. Bugünün ve şimdi'nin kıymetini bilmek, sanırım zamanla ilgili en değerli olan şey.

Ben biraz, hayatlarımızı yıldızlara benzetiyorum.

Kısacık hayatlarımızda, yıldızlar gibi parlayıp sönüyoruz.

Sonuçta bizler de, bu evrenin bir parçasıyız

ve adeta zamanın içinde var olan küçük ışıklarız..

İlgili İçerikler