Antarktika'nın Bilinmeyen Yüzü: Sıradışı Doğa Olayları ve Efsaneler

Yükleniyor...

Antarktika, dünyanın en soğuk, en ücra kıtası…

Yüzde 98’i kalın buz tabakalarıyla kaplı… Kışın hava sıcaklığı -89°C’ye kadar düşebiliyor. Dünyadaki tüm buzların yüzde 90'ını barındırıyor ve bu buzlar, tüm dünyadaki tatlı su kaynaklarının yaklaşık yüzde 69’unu oluşturuyor.

Tüm bunlara rağmen Antarktika, aslında bir çöl…

Dünyanın en güneyinde, akıl almaz derecede sıra dışı koşullara sahip bir kara parçası… Farklı bir gezegenin neye benzeyeceğini deneyimlemek istiyorsanız, Antarktika’yı ziyaret edin.

Mars’ın yüzeyine en çok benzeyen, dünyanın en kuru bölgesi burada: Kuru Vadiler.

Blood Falls olarak bilinen Kan Şelalesi...

Dokunduğu bütün canlıları anında dondurarak öldüren ölüm sarkıtları…

Bölgede görülen Güney Işıkları, gecesi olmayan yaz ayları, aylar boyunca tekrar doğmayan güneş…

Tüm bu fenomenleriyle, Antarktika dünyadaki başka hiçbir yere benzemiyor…

Böyle olması, Antarktika'yı uzaylılardan UFO'lara, gizli hükümet üslerine ve hatta bazı garip piramitlere kadar uzanan komplo teorileri için mükemmel bir aday haline getirdi.

Bu donmuş ve tehlikeli kara parçasına yerleşmek, doğanın en büyük başarılarından biri olabilir... Hayatta kalma iradesinin ve yaşama devam etme gücünün en fazla görüldüğü yer.

Burada yaşayan hayvanlar, Antarktika'nın zorlu koşullarına kusursuz bir uyum sağlamış... Çünkü buradaki yaşam, imkansızlığın sınırlarında dolaşıyor.

Süper Kıta Pangea
Yapılan araştırmalara ve tahminlere göre, Antarktika yüz milyonlarca yıl önce oluşan Pangea süperkıtasının, sonrasında ise Gondvana süperkıtasının bir parçasıydı. Gondvana, Güney Amerika, Afrika, Hindistan, Avustralya ve Antarktika’yı içine alan devasa bir kara parçasıydı. Antarktika, Pangea kıtasının güney kısmında yer alıyordu ve bu dönemde daha ılıman bir iklime sahipti. Ağaçlar ve çeşitli bitkiler, hatta dinozorlar gibi hayvanlar bu bölgeyi dolaşmış olabilir.

Yaklaşık 200 milyon yıl önce, bu süperkıta levha tektoniği hareketleri nedeniyle parçalanmaya başladı ve Gondvana’nın parçaları, bugünkü kıtalara dönüşecek şekilde birbirinden ayrıldı.

Antarktika’nın diğer kıtalardan ayrılması ve Güney Kutbu’na doğru kayması, zamanla kıtanın iklimini büyük ölçüde değiştirdi. Tabii tüm bunlar olurken henüz dünyada insanlar yoktu…

Antarktika’nın Keşif Hikayesi
1600'lü yılların başında, Avrupalı denizciler dünyayı keşfetmeye çıkarken, bilim insanları güneyde devasa bir kıta olduğuna inanıyordu. Bu kıtaya "Bilinmeyen Güney Toprağı" deniyordu. Birçok kaşif Güney Kutbu'na ulaşmaya çalıştı, ancak zorlu koşullar nedeniyle bu bölgelere ayak basamadılar.

1820'de, bir Rus kaşif ekibi Antarktika'nın kıyılarına ulaştı, ancak buzlu kara parçasına ayak basmadılar. Aynı yıl, İngiliz ve Amerikalı kaşifler de kıtayı gördü, ancak yine de kimse içeri girmeyi başaramadı. Nihayetinde, 1895'te Norveçli bir kaşif ve ekibi, Antarktika'nın dondurucu zeminine ilk kez ayak basarak tarihi bir keşfe imza attı.

Antarktika Ne Kadar Büyük?
Burası yaklaşık 14 milyon kilometrekarelik yüzölçümüyle dünyanın en büyük beşinci kıtası. Türkiye’nin büyüklüğünü hayal edin, Antarktika kıtası Türkiye’nin yaklaşık 17 katı büyüklüğünde…

Bu geniş alanın yüzde 98’i kalın buz tabakalarıyla kaplı… Kıtanın yüzeyinin büyük kısmında buzun ortalama kalınlığı 2 kilometre, bazı yerlerde ise 5 kilometreyi bulabiliyor. Dünyadaki tatlı suyun yaklaşık yüzde 70’i, Antarktika'nın uçsuz bucaksız bu buz tabakasında kilitli.

Antarktika'da hangi hayvanlar var?

Antarktika'nın buzlu ve soğuk ortamı, her ne kadar sert ve yaşanması zor olsa da, burada hayatta kalmayı başaran çok farklı hayvanlar var. Penguenler, foklar, balinalar ve daha birçok tür bu ekstrem koşullarda yaşam mücadelesi veriyor. Gerçekten çok ilginç bir yer!

Farklı farklı penguen türleri var. Onları görmeyi çok isterdim, o kadar sevimliler ki! En büyükleri de İmparator Pengueni. Bu penguenler, Antarktika'nın soğuk koşullarına o kadar alışmışlar ki, kışın buzda üreyebilen tek penguen türü bunlar. Bir de Adelie Pengueni var; bu küçük penguenler daha çok kıyılarda ve çevredeki adalarda yaşıyor. Diğer penguen türleri de buralarda yaygın olarak bulunuyor.

Diğer ilginç hayvanlardan biri de foklar! Mesela, Weddell Foku, Antarktika'nın denizlerinde ve buzullarının yakınlarında yaşıyor. Penguenleri avlayarak beslenen bir tür ve oldukça agresif olabiliyor.

Antarktika'nın denizlerinde Mavi Balina, Kambur Balina gibi devasa balinalar da yaşıyor. Mavi Balina biliyorsunuz, dünyanın en büyük hayvanı. Bu balinalar, bölgedeki kril adı verilen küçük deniz canlılarıyla besleniyorlar. Kriller, Antarktika denizinde besin zincirinin temelini oluşturuyor.

Burada kuşlar da oldukça yaygın. Mesela Albatros kuşları, Antarktika çevresinde uçarak besleniyor. Ayrıca Antarktika Kırlangıcı gibi küçük kuşlar da buzullarda yuva yapıyor.

Ama sanılanın aksine, Antarktika'da hiç kutup ayısı yok. Kutup ayıları, genellikle Kuzey Kutbu çevresindeki bölgelerde yaşıyor.

Antarktika'da Yaşayan Bitki Var mı?
Peki, hiç bitki var mı? Neticede çok büyük bir bölümü buzlarla kaplı ve bitkilerin yaşama şansı çok düşük. Soğuk çöl iklimi ve kışın uzun süren karanlık dönem, bitki fotosentezi için elverişli değil. Aşırı soğuk, kuvvetli rüzgârlar ve kuraklık, bazen yaz aylarında bile bitkilerin büyümesini engelliyor. Bitkilerin büyüyebilmesi için suya ihtiyaçları var; Antarktika’nın çok büyük bölümü yağış almıyor. Bitkiler suyu sadece kar ve buz eridiğinde kullanabiliyor.

Bu yüzden de ağaç ya da çalı benzeri bitkiler yok. Ama tüm bunlara rağmen, Antarktika Yarımadası’nda özel olarak evrimleşmiş iki tane çiçekli bitki türü yaşıyor: Deschampsia antarctica (kıl otu) ve Colobanthus quitensis (inci otu).

Bitki örtüsü, çoğunlukla düşük sıcaklıklara ve susuzluğa dayanıklı, aşırı ortamlarda hayatta kalmaya özel olarak adapte olmuş alt bitki gruplarından oluşuyor. Yosunlar ve mantarlar gibi...

Antarktika'da yiyecek yetiştirme girişimleri, modern tekniklerin tüm avantajlarına rağmen yüzyılı aşkın süredir sınırlı başarı elde etti. Hâlâ burada yetiştirilen bitkiler, çok sayıda insanı uzun süre besleyebilecek seviyeye ulaşabilmiş değil. Belki de insanlığı Ay'a veya Mars'a göndermeden önce, Dünya'nın bu buzlarla kaplı güney kıtasında sürdürülebilir bir yaşam kurmayı başarmak daha akıllıca bir adım olabilir.

Düz Dünya Duvar Teorisi
Bilim insanlarının dahi sınırlı bilgiye sahip olduğu bu kıtaya dair sırlar ve bilinmezlikler oldukça, doğal olarak insanların hayal gücü de harekete geçiyor. Bilinmezlik arttıkça, fikirler de çoğalıyor.

Bu nedenle, Antarktika’ya dair çok sayıda ortaya atılmış teori var. Bunlardan en ilginç olanı, Antarktika'nın aslında dünyanın çevresini çeviren bir engel olması... Dünyanın sonunu koruyan devasa bir buz duvarı!

Bu ilüstrasyonda görebilirsiniz. Bu teoriye inananlar, Kuzey Kutbu'nun Dünya'nın merkezinde olduğunu ve Güney Kutbu'nun ise Dünya'yı çevrelediğine inanıyorlar. Aynı Game of Thrones dizisindeki, kuzeyde yer alan duvar gibi... Hani dışarıdaki yaratıkları "Ak Gezenler"den korumak için büyüyle inşa edilmiş bir duvar vardı ya, işte aynen onun gibi! Tabii bizim duvarımız dışarıdakileri içerden uzak tutmak için değil, içerdekileri dışardan uzak tutmak için inşa edilmiş.

Bu komplo teorisine göre, dünyanın tüm devletleri bunu bir sır gibi saklıyor. Uluslararası "Antarktika Antlaşması" da bu yüzden varmış! Anlaşmaya göre, herkes buradan uzak tutulmalı ve gerçeği öğrenmek isteyenler sürekli olarak uzaklaştırılmalı. Bu yüzden bizim gibi sıradan insanlar için Antarktika'ya gitmek yasak! Ha bir de ejderhalara...

Gizemli Yapılar
Henüz bitmedi! Buz duvarı fikrini daha da ilginç hale getiren başka detaylar da var: Mesela Antarktika'da bulunduğu iddia edilen gizemli yapılar, özellikle de piramitler...

Bu düşünceye göre, Antarktika bir zamanlar donmamış ve hatta insanların yaşadığı, belki de gelişmiş bir uygarlığın bulunduğu bir yerdi. Bugün buzların altında saklanan bu yapılar, dünya tarihine dair bilinmeyen sayfaları barındırıyor olabilir. Üstelik, Antarktika'nın yüzeyinde bu tür yapıların bulunması, burada gelişmiş teknolojiler kullanan bir toplumun izlerine de işaret ediyor olabilir. Ama bu mümkün mü? Aslında, hayır.

Bilim insanları, bu şekillerin doğal dağ oluşumlarından kaynaklandığını ve buzla kaplanmış sıradağların uçlarının piramit benzeri bir şekil alabileceğini belirtiyorlar. Düşününce bu oldukça mantıklı değil mi? Yani buzlar, aşırı soğuklar ve rüzgar gibi doğal etkenler, bazı zirveleri piramitlere benzer formlara sokabilir.

Ayrıca, Antarktika’da bir zamanlar insanların yaşadığı fikri zaten bilimsel olarak desteklenmiyor. Evet, milyonlarca yıl önce Antarktika iklim açısından daha sıcak ve yeşildi, ama bu, kıtanın altındaki buz tabakasının milyonlarca yıldır orada olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Antarktika'ya gitmek yasak falan da değil. Hatta Antarktika hiçbir ülkeye ait değil. 1959'da imzalanmış olan Antarktika Antlaşması ile barışa ve bilime adanmış. Dünya'nın her yerinden bilim insanları buraya gelip araştırmalar yapıyor ve evrensel bilime katkıda bulunuyorlar.

Aslında burada önemli olan şu: Doğadaki tüm bu şaşırtıcı yerler, hikayeler bazen bizi düşünmeye teşvik ediyor, bu güzel bir şey. Ama sadece yüzeyde kalıp komplo teorilerine inanmak, yaymak yerine, derinlemesine araştırma yapmayı, gerçekten anlamayı seçebiliriz. Çünkü dünya zaten yeterince gizem ve güzellikle dolu.


Ölüm Sarkıtları
Antarktika'nın derinliklerinden zamanla büyüyerek sarkan, buzdan oluşmuş yapılar... Bunları "ölüm sarkıtları" olarak duymuş olabilirsiniz. 1960'lardan beri bilinmesine rağmen, gerçek zamanlı olarak nadiren gözlemlenirler. Buzdan yapılmış ince bir kılıç gibidirler. Bu fenomen, yalnızca Dünya'nın kutup bölgelerindeki belirli koşullarda, yüzen deniz buzu bloklarının altında meydana gelir.

Tuzlu su, etrafındaki sudan daha ağır olduğunda, temas ettiği nispeten tatlı suyu dondururken okyanus tabanına batar. Dokunduğu bütün canlıları anında dondurarak öldürür.

Kan Şelalesi
Bu, kıtanın en gizemli ve büyüleyici doğal oluşumlarından biri.

1900'lü yıllarda Antarktika'ya yapılan bir İngiliz keşif gezisi sırasında, araştırmacılar buzla kaplı bir göl üzerinde "kanayan" bu buzulu fark ederek şaşkına uğradılar.

Burası muhtemelen milyonlarca yıldır izole bir şekilde evrimleşmiş bir bölge. Altında, 5 milyon yıl önce deniz seviyesinin yükselmesiyle oluşmuş eski bir deniz yatağının kalıntıları var. Bu göl, dış dünya ile temas etmeyen izole bir su kaynağı.

Yeraltındaki bu su, demir mineralleri bakımından son derece zengindir. Bu demir yüklü su, oksijene maruz kaldığında paslanma süreci başlar. Demir oksit (pas) oluştuğunda, su kırmızı bir renge bürünür; tıpkı metal yüzeylerin oksitlendiğinde kırmızı pasla kaplanması gibi.

Taylor Buzulu'nun çatlaklarından dışarı sızan su, havadaki oksijenle reaksiyona girip bu kırmızı renkte suyun akmasına sebebiyet verir. Konuyla ilgili Astronomy and Space Science dergisinde bir makale yayınlanmıştı.

Başka bir keşif amaçlı araştırma sırasında, bilim insanları Weddell Denizi'nin güneydoğusunda bulunan Buz Sahanlığı'nda 900 metrelik buzda sondaj yaptılar ve denizin dibini araştırmak için kamera indirdiler. Derinlerde hayvanlarla çevrili bir kaya parçasını ortaya çıkaran kayıtta, 22 hayvanla birlikte 16 sünger benzeri canlı tespit edildi.

İlgili ilginç olan şey şu ki, bu canlılar -2°C'lik su sıcaklığında, Güneş ışığından ve belirgin besin kaynaklarından kilometrelerce uzakta nasıl hayatta kalıyorlar? Bu tür yerler, Dünya'da yaşamın var olabileceği en zorlu koşulları simüle ediyor. Bu yüzden, bu tür ortamlarda hayatta kalabilen organizmalar, bilim insanlarına Mars gibi gezegenlerde yaşam koşullarının olup olamayacağına dair ipuçları sunuyor.

Doğada şaşırtıcı bir şeyler görmek için o kadar uzaklara gitmeye gerek yok, değil mi? Yeter ki görmek isteyelim.

Aslında, toplum olarak dikkat vermemiz gereken çok daha önemli konular var.

Buzullar Erirse Ne Olur?
Mesela bir sabah uyandığınızı ve tüm haber kanallarında, gazetelerde, sosyal medyada şu manşeti gördüğünüzü düşünün: "Antarktika’daki buzullar tamamen eridi!"

Dünya böyle bir felakete uyansaydı, neler yaşanırdı? Ne gibi sonuçlarla karşı karşıya kalırdık?

İlk bakışta bu, sanki uzak bir gelecekte olacak bir şeymiş gibi görünebilir; ama aslında bilim insanlarının çok yakından ilgilendiği bir mesele. Eğer iklim değişikliği bu hızla devam ederse, bu buzulların çoğunu kaybetmek üzereyiz. Hatta bazı bilim insanları, 2100’e kadar buzulların en az üçte birini kaybedeceğimizi söylüyor. Bu yüzden bu senaryoyla ilgili bazı tahminler var.

Dünya genelinde ortalama sıcaklık şu an yaklaşık 14°C civarında. Gezegenin yüzeyi üzerindeki tüm sıcaklıkların hesaplanarak alınan bir ortalama bu. Öncelikle, bu sıcaklığın 14 dereceden 27 dereceye yükseleceği öngörülüyor.

Bazı meyve-sebze türleri yok olabilir veya ekim alanları farklı coğrafyalara kayabilir. Bu sıcaklığa uyum sağlayamayan ya da besin kaynaklarını kaybeden pek çok canlının nesli tükenebilir. Mesela, deniz kaplumbağalarının cinsiyetini sıcaklığın belirlediği biliniyor; artan sıcaklıklar giderek daha fazla dişi yavrunun doğmasına yol açıyor.

Dünyadaki tüm buzların %90'ını Antarktika oluşturuyor. Buzulların erimesi halinde, deniz seviyeleri 60-80 metre yükselir. Felaket filmlerinde su altında kaldığını gördüğümüz Özgürlük Heykeli’nin yüksekliği 93 metre; bu da bize nasıl bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu anlatıyor. Bu durumda, New York, Şanghay, Londra, Mısır, İstanbul, Venedik gibi şehirler ve pek çok ada devleti su altında kalabilir.

Buz örtüsü, gezegenimizi serin tutar; bu bölgeler belli bir miktarda ısıyı emip fazlasını geri yansıtır. Buzullar eridikçe, içlerinde sıkışan toksik kimyasallar, kalıcı organik kirleticiler de açığa çıkabilir. Örneğin, Himalaya buzullarında organoklorlu pestisitler (OCP), polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH) ve DDT gibi kirleticiler tespit edildi.

Tehlikeler bitmiyor. Bu krizi çözebilecek olan biziz. Bilim bu konuda çok net: Eğer 2030’a kadar karbon emisyonlarını yarıya indirir ve 2050’ye kadar sıfırlayabilirsek, belki dünya yüzeyindeki sıcaklık artışını 1.5 dereceyle sınırlayabiliriz.

Bilim, gerçek anlamda ilerlemenin tek anahtarı. Komplo teorileri eğlenceli ve ilgi çekici olabilir, ancak dikkatimizi asıl önemli keşiflerden uzaklaştırıyorlar. Yüzyıllardır buzlarla kaplı bu devasa kıta hakkında sayısız teori ve hikâye anlatıldı.

Bu tür teorilere inanmak ve enerjimizi bu konulara harcamak bizi gerçekten ileriye taşıyor mu? Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için attığımız her adımda, sadece fiziksel değil, düşünsel sorumluluklarımızı da unutmamalıyız.

Bazen en büyük keşif, dışarıda değil, içimizde başlar.


Kaynaklar;

https://www.nationalgeographic.com/science/article/blood-falls-antarctica-explained
https://www.nationalgeographic.com/pages/article/quiz-trivia-almanac-science-temperature-dry-valley-antarctica
https://www.nasa.gov/image-article/dry-valleys-antarctica/
https://www.nasa.gov/learning-resources/for-kids-and-students/what-is-antarctica-grades-5-8/
https://www.worldwildlife.org/pages/why-are-glaciers-and-sea-ice-melting

İlgili İçerikler